Geçtiğimiz
hafta, Erzurum’da 2011 Dünya Üniversiteler Kış Oyunları için 100 milyon
harcanarak yapılan kayakla atlama tesislerinin toprak kayması sonucu bir daha kullanılamaz
hale gelmesi haberleri üzerinde bir görüş paylaşmış ve meslektaşlarımdan çok
sayıda yorum almıştım.
Meslektaşlarımın
pek çoğu görüşlerime katıldıklarını ifade etmekle beraber ülkemizin politik ve
sosyo-kültürel altyapısından kaynaklanan nedenlerle gelecekten ümitsiz
olduklarını beyan ediyorlardı. Ben ise, görüşlerimin tümüyle olumsuz bir
eleştiri olarak algılanmaması için yazının içine çözüm önerilerimi de
yerleştirdiğimi düşünüyordum. Bugün, bu “gizli
şifreleri” açmaya çalışacağım.
Evet, konuyu
bu örnek olay özelinde ele alırsak, ister kamunun isterse özel sektörün ticari
yatırımı olsun, bir yatırımın “fikirden
işletmeye” giden yaşam döngüsünde; geliştirme, tasarım, planlama,
finansman, yapım, pazarlama, işletme gibi farklı aşamalarında, farklı karar
vericiler, farklı sorumluluk üstlenenler ve farklı risk taşıyıcıları olduğuna şüphe
yok.
- · Yatırım Kararlarını Verenler ve Yer Seçimini Yapanlar
- · Zemin Etüdü, Tasarım ve Mühendislik Çalışmasını Yapanlar
- · İnşaat Ruhsatını Verenler ve Yapıyı Denetleyenler
- · Hizmet ve İnşaat İhalelerini Yapanlar
- · Yapıyı İnşa Edenler
- · Yatırımcı Adına Projeyi Yönetenler
- · Projeyi Finanse Edenler
- · İşletmeyi Üstlenenler
- · Yapım Sürecini ve Mülkü Sigorta Edenler
Dilerseniz,
önce “yatırım kararını verenlerden ve
yer seçimini yapanlardan” başlayalım:
Sanırım, kamu sektörü ile özel sektörü birbirinden en çok ayrıştıran
nokta burası. Kamu otoriteleri ve bürokratlar, genelde politik görüş ve yönlendirmelerin
etkisi altında kalarak, fizibilite (teknik, ekonomik, sosyal, finansal)
çalışmalarına pek önem veremezler. Bu süreçte, politik iradenin sezgisel,
kişisel ya da popülist görüşleri ağır basar. Oysa özel sektörde durum biraz
daha farklıdır. Kurumsal ya da bireysel yatırımcılar, yapılan yatırımın bırakın
fizibilite çalışmalarını, kurumlarının kısa, orta, uzun vadeli hedef ve
stratejileriyle uygunluğunu test ettikleri stratejik plan olmadan adım
atmazlar. Kararı profesyonel yöneticileri verdiyse dahi en küçük bir
başarısızlıkta bunun hesabını ilgililerinden sorarlar.
Aslında bu
çalışmalar, yatırımın yol haritası ile birlikte risk analizlerini de içerdiği
için, bundan sonraki “tasarım ve
mühendislik çalışmaları”nın hangi kapsamda, ne nitelikteki uzmanlarla ve
nasıl yapılacağına ilişkin tüm ipuçlarını ve planlama ilkelerini içinde
barındırır. “Zemin etüdü ve zemin
mühendislik çalışmaları”, yasal zorunluluk olmasa dahi, tasarımcı mimar ve mühendislerin
sorumluluğunda yürütülür.
“İnşaat ruhsatları”, genelde yerel yönetimlerin ya da
görevlendirdikleri “yapı denetim
şirketlerinin” sorumluluğu altında olmasına rağmen, yatırımcı adına görevlendirilen
“proje yönetim firmaları”, bu süreçleri
de yakından takip etmek zorundadır.
Kamu ile
özel sektörü birbirinden farklılaştıran bir diğer önemli konunun, “hizmet ve inşaat ihaleleri” aşaması
olduğundan kimsenin şüphesi yok. Kamu sektörünün;
1) Artık değişe
değişe iş yapılamaz hale getirilen kamu ihale yasasının açmazları,
2) Politik
iradenin yönlendirmesi,
3) Bürokratların
bilinçli ya da bilinçsiz tercihleri,
sonucu “projelerin menfaati yerine kişilerin menfaatleri”
doğrultusunda karar verdiğini ve seçim yaptığını biliriz.
Bu süreçte karar vericilerin sorumluluktan kaçmasını sağlayacak en önemli kriter, işin en ucuz teklifi veren firmaya verilmesidir. Kalite esaslı seçim yöntemi, öncelikle karar vericilerde bilgi, deneyim ve en önemlisi sorumluluk gerektirdiği için kimsenin işine gelmez ve kullanılmaz.
Kamu sektörü, hizmet ya da yapım ihalelerindeki sorumluluklardan kaçmak için teknik müşavir, kontrollük ya da proje yönetim sözleşmelerinin içine, tasarım ya da yapım firmaları ile bir de “müteselsil sorumluluk” maddesi sıkıştırmıştır. Bu maddeyi gören, bilinçli ve iş yapmaya niyetli firmalar kaçar ve işler niyeti baştan bozuk firmalar arasında paylaşılır. Bu madde nedeniyle “mesleki sorumluluk sigortası” yaptırmak da mümkün olmaz.
Günümüzde ister kamuya ister özel sektöre ait olsun, büyük ölçekli projelerin pek çoğunda “proje finansmanı” gerekmektedir. Kamunun öz kaynakları ile doğrudan finanse etmediği projeler, nispeten daha şanslıdır. Zira finansör ticari bankalar ya da kalkınma bankaları projeyi her yönüyle incelemek, hatta işletmecisinin kimliğine kadar sorgulamak durumundadır. Gerçi son yıllarda, hazine garantisi olmasına rağmen finansmanında zorlanılan kamu yatırımlarında, politik iradenin baskısıyla yine ağırlıklı kamu bankaları liderliğinde konsorsiyumlar tarafından finanse edildiğini görüyor ve bu yöntemlerle finanse edilen projelerde de teknik, ekonomik, sosyal ve finansal sorunlar yaşandığına şahit oluyoruz.
Bu örnek olayda bir diğer önemli konu da, bana göre kamu adına “işletmeyi üstlenenler”. Bakın, adı geçen haberde bir uzman ne diyordu: “Biz heyelan bölgesinde ağırlıkları atarız, bunlar üzerine gölet oturtmuş”. Bilmiyorum ama belki de, tasarım ve mühendislik çalışmalarını yapanların ilerde gölet yapılacağından haberi dahi yoktu. Zira yine bu haberlerden öğrendiğimiz kadarıyla, sadece kış döneminde işletmenin fizibl olmaması nedeniyle, kar pistleri yaz aylarında da kullanılabilsin diye çim kayağı pistleri haline dönüştürülmüş ve çimleri sulamak için bu su deposu-gölet oluşturulmuştu. Yani, iyi niyetli dahi olsa, önceki çalışmalardan ve zincirleme sorumluluk anlayışından habersiz birileri belki de günü birlik aldığı bir kararla işletmesini kurtarmaya çalışmıştı. Bugün artık biliyoruz ki, uluslararası bir projenin finansmanının, işletme firmasının sözleşmesi, gerekli işletme planları ve teknik etütleri olmadan sağlanabilmesi mümkün değil. Ama kamu sektörümüz hala memur işletmecilik anlayışını sürdürmeye devam ediyor.
Bu yazıdan
özel sektörü konunun dışında tuttuğum anlamının çıkması istemem. Sektörde 25
yılı aşkın süredir çalıştığım bazı özel sektör
yatırımcısının da, yukarıdaki eleştirilerden bir nebze nasibini alması gerektiğini
düşünüyorum.
Özetle, demem o ki, bu bir genel eğitim ve ortak kültür sorunu. Ama, çözümü için de; sorumluluk üstlenmekten, dürüstlük, iş etiği ve ahlaki değerleri ortak değer olarak benimsemekten, evrensel iş kurallarını uygulamaktan ve bağımsız müşavirlik ilkelerini temel değer haline getirmekten başka çaremiz yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder