29 Temmuz 2014 Salı

Bir Yanlıştan Çok Ders..

Geçtiğimiz hafta, Erzurum’da 2011 Dünya Üniversiteler Kış Oyunları için 100 milyon harcanarak yapılan kayakla atlama tesislerinin toprak kayması sonucu bir daha kullanılamaz hale gelmesi haberleri üzerinde bir görüş paylaşmış ve meslektaşlarımdan çok sayıda yorum almıştım.

Meslektaşlarımın pek çoğu görüşlerime katıldıklarını ifade etmekle beraber ülkemizin politik ve sosyo-kültürel altyapısından kaynaklanan nedenlerle gelecekten ümitsiz olduklarını beyan ediyorlardı. Ben ise, görüşlerimin tümüyle olumsuz bir eleştiri olarak algılanmaması için yazının içine çözüm önerilerimi de yerleştirdiğimi düşünüyordum. Bugün, bu “gizli şifreleri” açmaya çalışacağım.

Evet, konuyu bu örnek olay özelinde ele alırsak, ister kamunun isterse özel sektörün ticari yatırımı olsun, bir yatırımın “fikirden işletmeye” giden yaşam döngüsünde; geliştirme, tasarım, planlama, finansman, yapım, pazarlama, işletme gibi farklı aşamalarında, farklı karar vericiler, farklı sorumluluk üstlenenler ve farklı risk taşıyıcıları olduğuna şüphe yok.

  • ·     Yatırım Kararlarını Verenler ve Yer Seçimini Yapanlar
  • ·         Zemin Etüdü, Tasarım ve Mühendislik Çalışmasını Yapanlar
  • ·         İnşaat Ruhsatını Verenler ve Yapıyı Denetleyenler
  • ·         Hizmet ve İnşaat İhalelerini Yapanlar
  • ·         Yapıyı İnşa Edenler
  • ·         Yatırımcı Adına Projeyi Yönetenler
  • ·         Projeyi Finanse Edenler
  • ·         İşletmeyi Üstlenenler
  • ·         Yapım Sürecini ve Mülkü Sigorta Edenler

Dilerseniz, önce “yatırım kararını verenlerden ve yer seçimini yapanlardan” başlayalım:  Sanırım, kamu sektörü ile özel sektörü birbirinden en çok ayrıştıran nokta burası. Kamu otoriteleri ve bürokratlar, genelde politik görüş ve yönlendirmelerin etkisi altında kalarak, fizibilite (teknik, ekonomik, sosyal, finansal) çalışmalarına pek önem veremezler. Bu süreçte, politik iradenin sezgisel, kişisel ya da popülist görüşleri ağır basar. Oysa özel sektörde durum biraz daha farklıdır. Kurumsal ya da bireysel yatırımcılar, yapılan yatırımın bırakın fizibilite çalışmalarını, kurumlarının kısa, orta, uzun vadeli hedef ve stratejileriyle uygunluğunu test ettikleri stratejik plan olmadan adım atmazlar. Kararı profesyonel yöneticileri verdiyse dahi en küçük bir başarısızlıkta bunun hesabını ilgililerinden sorarlar.

Aslında bu çalışmalar, yatırımın yol haritası ile birlikte risk analizlerini de içerdiği için, bundan sonraki “tasarım ve mühendislik çalışmaları”nın hangi kapsamda, ne nitelikteki uzmanlarla ve nasıl yapılacağına ilişkin tüm ipuçlarını ve planlama ilkelerini içinde barındırır. “Zemin etüdü ve zemin mühendislik çalışmaları”, yasal zorunluluk olmasa dahi, tasarımcı mimar ve mühendislerin sorumluluğunda yürütülür.

“İnşaat ruhsatları”, genelde yerel yönetimlerin ya da görevlendirdikleri “yapı denetim şirketlerinin” sorumluluğu altında olmasına rağmen, yatırımcı adına görevlendirilen “proje yönetim firmaları”, bu süreçleri de yakından takip etmek zorundadır.

Kamu ile özel sektörü birbirinden farklılaştıran bir diğer önemli konunun, “hizmet ve inşaat ihaleleri” aşaması olduğundan kimsenin şüphesi yok. Kamu sektörünün;

1) Artık değişe değişe iş yapılamaz hale getirilen kamu ihale yasasının açmazları,
2) Politik iradenin yönlendirmesi,
3) Bürokratların bilinçli ya da bilinçsiz tercihleri,
sonucu “projelerin menfaati yerine kişilerin menfaatleri” doğrultusunda karar verdiğini ve seçim yaptığını biliriz.

Bu süreçte karar vericilerin sorumluluktan kaçmasını sağlayacak en önemli kriter, işin en ucuz teklifi veren firmaya verilmesidir. Kalite esaslı seçim yöntemi, öncelikle karar vericilerde bilgi, deneyim ve en önemlisi sorumluluk gerektirdiği için kimsenin işine gelmez ve kullanılmaz.

Kamu sektörü, hizmet ya da yapım ihalelerindeki sorumluluklardan kaçmak için teknik müşavir, kontrollük ya da proje yönetim sözleşmelerinin içine, tasarım ya da yapım firmaları ile bir de “müteselsil sorumluluk” maddesi sıkıştırmıştır. Bu maddeyi gören, bilinçli ve iş yapmaya niyetli firmalar kaçar ve işler niyeti baştan bozuk firmalar arasında paylaşılır. Bu madde nedeniyle “mesleki sorumluluk sigortası” yaptırmak da mümkün olmaz.

Günümüzde ister kamuya ister özel sektöre ait olsun, büyük ölçekli projelerin pek çoğunda “proje finansmanı” gerekmektedir. Kamunun öz kaynakları ile doğrudan finanse etmediği projeler, nispeten daha şanslıdır. Zira finansör ticari bankalar ya da kalkınma bankaları projeyi her yönüyle incelemek, hatta işletmecisinin kimliğine kadar sorgulamak durumundadır. Gerçi son yıllarda, hazine garantisi olmasına rağmen finansmanında zorlanılan kamu yatırımlarında, politik iradenin baskısıyla yine ağırlıklı kamu bankaları liderliğinde konsorsiyumlar tarafından finanse edildiğini görüyor ve bu yöntemlerle finanse edilen projelerde de teknik, ekonomik, sosyal ve finansal sorunlar yaşandığına şahit oluyoruz.

Bu örnek olayda bir diğer önemli konu da, bana göre kamu adına “işletmeyi üstlenenler”. Bakın, adı geçen haberde bir uzman ne diyordu: “Biz heyelan bölgesinde ağırlıkları atarız, bunlar üzerine gölet oturtmuş”. Bilmiyorum ama belki de, tasarım ve mühendislik çalışmalarını yapanların ilerde gölet yapılacağından haberi dahi yoktu. Zira yine bu haberlerden öğrendiğimiz kadarıyla, sadece kış döneminde işletmenin fizibl olmaması nedeniyle, kar pistleri yaz aylarında da kullanılabilsin diye çim kayağı pistleri haline dönüştürülmüş ve çimleri sulamak için bu su deposu-gölet oluşturulmuştu. Yani, iyi niyetli dahi olsa, önceki çalışmalardan ve zincirleme sorumluluk anlayışından habersiz birileri belki de günü birlik aldığı bir kararla işletmesini kurtarmaya çalışmıştı. 
Bugün artık biliyoruz ki, uluslararası bir projenin finansmanının, işletme firmasının sözleşmesi, gerekli işletme planları ve teknik etütleri olmadan sağlanabilmesi mümkün değil. Ama kamu sektörümüz hala memur işletmecilik anlayışını sürdürmeye devam ediyor. 

Bu yazıdan özel sektörü konunun dışında tuttuğum anlamının çıkması istemem. Sektörde 25 yılı aşkın süredir çalıştığım bazı özel sektör yatırımcısının da, yukarıdaki eleştirilerden bir nebze nasibini alması gerektiğini düşünüyorum.

Özetle, demem o ki, bu bir genel eğitim ve ortak kültür sorunu. Ama, çözümü için de; sorumluluk üstlenmekten, dürüstlük, iş etiği ve ahlaki değerleri ortak değer olarak benimsemekten, 
evrensel iş kurallarını uygulamaktan ve bağımsız müşavirlik ilkelerini temel değer haline getirmekten başka çaremiz yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder