18 Ocak 2017 Çarşamba

Homo Deus’un Yapıları Homo Sapiens’in Yapılarından Daha Az Kalıcı Olacak!

İnsanlığın Evrimi

Son yılların tüm dünyada en çok satan kitabı “İnsanlığın Geçmiş Tarihi: Homo Sapiens” ve dizinin 2. Kitabı “İnsanlığın Gelecek Tarihi: Homo Deus*”ta insanlığın yapılaşma ihtiyacının hangi yöne evrileceği konusunda pek fazla yorum yoktu. Darwin ve Evrim Teorisinin eğitim sistemimizden çıkarılacağı tartışmalarının sürdüğü bu günlerde, Homo Sapiens’in “Ölümsüzlük Arayışı, Mutluluğa Ulaşma ve Tanrılaşma (İlahi Güç Kazanma)” ve Homo Deus’a evrilme yolunda attığı adımların, içinde yaşadığı yapıları nasıl etkileyeceğine bir göz atmak istedim. Mimarlık Tarihçisi ya da Gelecek Bilimci (Futurist) değilim ama bu konuda mesleki deneyim ve kişisel gözlemlerime dayalı bir yorum yapmaya çalışacağım.

Yaşam Alanlarının Evrimi
Homo Sapiens’in birkaç yüz bin yılı geçmeyen maymundan evrilme sürecinde, içinde barınacağı yapılar inşa etme tekniğinin, kayaları oyarak mağara oluşturmaktan, kaya parçalarını üst üste koyma aşamasına gelmesinin bile ancak son birkaç bin yıla dayandığını biliyoruz. Ve tüm bu sürecin evrenin ve gezegenimizin milyonlarca yıllık yaşamında neredeyse bir “an” olduğunu da.



İnsanlık tarihinde M.Ö 3000 yıllarında Mısır Piramitleri ile başlayan “taşı taş üstüne koyarak” yapı yapmanın sorumluluğuna ilişkin ilk kurallar Babil Kralı Hammurabi tarafından M.Ö 1700 yılında getirilmiş. Yapı yapma tekniğine getirilen ilk bilimsel yorumlar ise Romalı Mimar Vitruvius tarafından M.Ö.100 yılında kayda geçirilmiş.  Vitruvius'un bu alanda 3 kural koyduğunu biliyoruz:

Firmitas (Sağlamlık), Utilitas (Kullanışlılık), Venustas (Güzellik).


Mısır piramitlerinin inşasından yani yaklaşık 5000 yıldan bu yana insanoğlunun taş üstüne taş koyarak yapı inşa etme yönteminin pek değişmediğini görüyoruz. Bu süreçte kullanılan görece daha uzun ömürlü doğal taş yerini zamanla ahşap, pişmiş toprak, işlenmiş demir-çelik, kompozit vb. yapı elemanlarına bırakmış. Doğal olarak yapıların ömrü, kullanılan doğal taşın ömründen giderek daha kısa olmaya başlamış. Günümüzde, M.Ö. 6000-10000 dönemlerine ait yapıların sadece doğal taştan ibaret kalıntılarını bulabilirken, M.S. 500-M.S. 1300 yıllarına adını veren Orta Çağdan kalma bazı yapıların içinde, çokça restorasyon yapma pahasına ve adeta bir arkeoloji müzesinde yaşama fedakarlığına katlanmışız. 

Ancak günümüz koşullarında yapıya uzun ömür katan doğal taş, artık giderek azalan miktar ve artan fiyat doğrultusunda ve kullanılan gelişmiş teknolojiler sayesinde daha ince boyutlarda üretimi ve sadece estetik amaçlı kaplama olarak kullanımı ile nadir bulunan bir yapı malzemesi haline gelmiş. 
Günümüzde, en uzun ömürlü yapı sistemi ve malzemeleri olarak çelik ve betonarme yapılar için bile en çok 100 yıl ekonomik ömür biçebiliyoruz. Bu demek ki, günümüzde inşa edilen yapıları artık önümüzdeki bin hatta yüz yıllarda bile pek göremeyeceğiz. Deprem vb. doğal afetlerin etkilerini dikkate almadan, 19. Yüzyılın en ikonik çelik yapılarından Eyfel Kulesinin bakım ve yenilemesinin her 30-40 yılda en az yeniden inşa maliyeti kadar bir bedel gerektirdiğini ve Paris Belediyesinin önümüzdeki 15 yıl için 300 milyon Avroluk bir bütçe ayırdığını hatırlatmalıyım.

Şimdi, Vitruvius’un 3 kuralından diğer ikisi olan Utilitas (Kullanışlılık) ve Venustas (Güzellik-Estetik)’a geçelim dilerseniz. İnsanlığın içinde yaşadığı, çalıştığı, eğlendiği tüm özel ve kamusal yapılar, artık gelişen ihtiyaçları, yaşam biçimi, kültürel ve sosyo-ekonomik yapısı, maddi ve manevi olanakları, teknolojik ilerlemeler doğrultusunda sürekli olarak ve büyük bir hızla gelişiyor. 
Yapılar, düşey taşıyıcıları arasındaki açıklıkları, kat yükseklikleri, mekanların kullanım özellikleri, mekanlar arası ilişkileri, ısıtma, soğutma, havalandırma, aydınlatma, enerji nakli, yatay ve düşey taşıma, altyapı, bilgi transferi vb. pek çok konuda dönüşüm geçiriyor ve giderek daha fazla oranda teknolojik, çok hızlı gelişen-değişen, hatta modası geçen, mekanik, elektrik, elektronik ve hareketli cihaz ve ekipmanlarla donatılıyor. Günümüzde, bir yapının elektro-mekanik donanım maliyeti toplam fiziki ilk yatırım maliyetinin %50’sine ulaşmış durumda. Bu donanımın ekonomik ömrü ise, yapının ekonomik ömrünün %25’inden fazla değil, üstelik.

Bu ve benzeri görüşler doğrultusunda günümüzde, yapı maliyeti kavramının da değiştiğine şahit oluyoruz. Yapının ekonomik ömrü içinde, yani işletme döneminde yapılan tüm bakım, onarım ve enerji maliyetlerinin yapının toplam maliyetine eklendiğini ve yapı maliyeti kavramının yaşam çevrimi maliyeti (life cycle costing) ile değerlendirildiğini görüyoruz. Bu yaklaşıma göre, bir yapının fiziki ilk yatırım maliyetinin ekonomik ömründeki toplam maliyetine oranı da %20’yi geçmiyor.

Yapı Sektöründe Yeni Trend: Kalıcılık Değil Geçicilik!
Yapının ekonomik ömür içindeki sahipleri, artık yapılarını bu süreçte hep bu gözle değerlendiriyor. Bu mantıkla bakıldığında,  deprem vb. doğal afete bağlı kentsel dönüşüm gibi zorunlu yık-yap yönlendirmeleri dışında, serbest pazar koşulları içinde de bundan böyle giderek daha fazla yık-yap örnekleri ile karşı karşıya kalacağımızı anlayabiliyoruz. Şimdiden, bırakın 30-40 yıllık yapıları, 10-15 yıllık birçok yapının herhangi bir yasal zorunluluk olmadan, tamamen sosyo-ekonomik gereksinimlerle yıkılıp, farklı fonksiyonlarla, farklı teknolojilerle, farklı ekonomik getiri beklentileri ve farklı estetik kaygılarla yeniden inşa edildiğine şahit oluyoruz.

Bazen, gelişmiş ülke örneklerinde olduğu gibi yüzlerce yıllık, tarihi diyebileceğimiz, teknolojiden ve çağdaş olanaklardan yoksun yapılarda yaşamayı sosyo-kültürel bir değer olarak yüceltebiliyoruz. Ancak ben kişisel bir görüş olarak, içinde yaşadığımız yapıları giderek daha kısa sürede yıkıp yeniden yapma trendinin salt yanlış inşaat politikaları ve kötü yapı kalitesinden kaynaklanmadığına ve bu trendin Homo Sapiens’in gelecek serüveninde artarak devam edeceğine inanıyorum.


*Homo Deus: Kitabın yazarı Y.N Harari, bu terimi Latince “Tanrılaşan İnsan” anlamında kullanıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder