İnsanlığın Evrimi
Son yılların tüm dünyada en çok satan kitabı “İnsanlığın
Geçmiş Tarihi: Homo Sapiens” ve dizinin 2. Kitabı “İnsanlığın Gelecek Tarihi:
Homo Deus*”ta insanlığın yapılaşma ihtiyacının hangi yöne evrileceği konusunda
pek fazla yorum yoktu. Darwin ve Evrim Teorisinin eğitim sistemimizden
çıkarılacağı tartışmalarının sürdüğü bu günlerde, Homo Sapiens’in “Ölümsüzlük
Arayışı, Mutluluğa Ulaşma ve Tanrılaşma (İlahi Güç Kazanma)” ve Homo Deus’a
evrilme yolunda attığı adımların, içinde yaşadığı yapıları nasıl etkileyeceğine
bir göz atmak istedim. Mimarlık Tarihçisi ya da Gelecek Bilimci (Futurist) değilim
ama bu konuda mesleki deneyim ve kişisel gözlemlerime dayalı bir yorum yapmaya
çalışacağım.
Yaşam Alanlarının
Evrimi
Homo Sapiens’in birkaç yüz bin yılı geçmeyen maymundan evrilme
sürecinde, içinde barınacağı yapılar inşa etme tekniğinin, kayaları oyarak
mağara oluşturmaktan, kaya parçalarını üst üste koyma aşamasına gelmesinin bile
ancak son birkaç bin yıla dayandığını biliyoruz. Ve tüm bu sürecin evrenin ve
gezegenimizin milyonlarca yıllık yaşamında neredeyse bir “an” olduğunu da.
İnsanlık tarihinde M.Ö 3000 yıllarında Mısır Piramitleri ile
başlayan “taşı taş üstüne koyarak” yapı yapmanın sorumluluğuna ilişkin ilk kurallar
Babil Kralı Hammurabi tarafından M.Ö 1700 yılında getirilmiş. Yapı yapma
tekniğine getirilen ilk bilimsel yorumlar ise Romalı Mimar Vitruvius tarafından
M.Ö.100 yılında kayda geçirilmiş. Vitruvius'un bu alanda 3 kural koyduğunu
biliyoruz:
Firmitas (Sağlamlık), Utilitas
(Kullanışlılık), Venustas
(Güzellik).
Mısır piramitlerinin inşasından yani yaklaşık 5000 yıldan bu
yana insanoğlunun taş üstüne taş koyarak yapı inşa etme yönteminin pek değişmediğini
görüyoruz. Bu süreçte kullanılan görece daha uzun ömürlü doğal taş yerini
zamanla ahşap, pişmiş toprak, işlenmiş demir-çelik, kompozit vb. yapı
elemanlarına bırakmış. Doğal olarak yapıların ömrü, kullanılan doğal taşın
ömründen giderek daha kısa olmaya başlamış. Günümüzde, M.Ö. 6000-10000
dönemlerine ait yapıların sadece doğal taştan ibaret kalıntılarını
bulabilirken, M.S. 500-M.S. 1300 yıllarına adını veren Orta Çağdan kalma bazı yapıların
içinde, çokça restorasyon yapma pahasına ve adeta bir arkeoloji müzesinde
yaşama fedakarlığına katlanmışız.
Ancak günümüz koşullarında yapıya uzun ömür
katan doğal taş, artık giderek azalan miktar ve artan fiyat doğrultusunda ve kullanılan
gelişmiş teknolojiler sayesinde daha ince boyutlarda üretimi ve sadece estetik
amaçlı kaplama olarak kullanımı ile nadir bulunan bir yapı malzemesi haline
gelmiş.
Günümüzde, en uzun ömürlü yapı sistemi ve malzemeleri olarak
çelik ve betonarme yapılar için bile en çok 100 yıl ekonomik ömür
biçebiliyoruz. Bu demek ki, günümüzde inşa edilen yapıları artık önümüzdeki bin
hatta yüz yıllarda bile pek göremeyeceğiz. Deprem vb. doğal afetlerin etkilerini
dikkate almadan, 19. Yüzyılın en ikonik çelik yapılarından Eyfel Kulesinin
bakım ve yenilemesinin her 30-40 yılda en az yeniden inşa maliyeti kadar bir
bedel gerektirdiğini ve Paris Belediyesinin önümüzdeki 15 yıl için 300 milyon
Avroluk bir bütçe ayırdığını hatırlatmalıyım.
Şimdi, Vitruvius’un 3 kuralından diğer ikisi olan Utilitas
(Kullanışlılık) ve Venustas (Güzellik-Estetik)’a geçelim dilerseniz. İnsanlığın
içinde yaşadığı, çalıştığı, eğlendiği tüm özel ve kamusal yapılar, artık
gelişen ihtiyaçları, yaşam biçimi, kültürel ve sosyo-ekonomik yapısı, maddi ve
manevi olanakları, teknolojik ilerlemeler doğrultusunda sürekli olarak ve büyük
bir hızla gelişiyor.
Yapılar, düşey taşıyıcıları arasındaki açıklıkları, kat
yükseklikleri, mekanların kullanım özellikleri, mekanlar arası ilişkileri,
ısıtma, soğutma, havalandırma, aydınlatma, enerji nakli, yatay ve düşey taşıma,
altyapı, bilgi transferi vb. pek çok konuda dönüşüm geçiriyor ve giderek daha
fazla oranda teknolojik, çok hızlı gelişen-değişen, hatta modası geçen, mekanik,
elektrik, elektronik ve hareketli cihaz ve ekipmanlarla donatılıyor. Günümüzde,
bir yapının elektro-mekanik donanım maliyeti toplam fiziki ilk yatırım
maliyetinin %50’sine ulaşmış durumda. Bu donanımın ekonomik ömrü ise, yapının
ekonomik ömrünün %25’inden fazla değil, üstelik.
Bu ve benzeri görüşler doğrultusunda günümüzde, yapı maliyeti
kavramının da değiştiğine şahit oluyoruz. Yapının ekonomik ömrü içinde, yani işletme
döneminde yapılan tüm bakım, onarım ve enerji maliyetlerinin yapının toplam
maliyetine eklendiğini ve yapı maliyeti kavramının yaşam çevrimi maliyeti (life
cycle costing) ile değerlendirildiğini görüyoruz. Bu yaklaşıma göre, bir yapının
fiziki ilk yatırım maliyetinin ekonomik ömründeki toplam maliyetine oranı da %20’yi geçmiyor.
Yapı Sektöründe Yeni Trend:
Kalıcılık Değil Geçicilik!
Yapının ekonomik ömür içindeki sahipleri, artık yapılarını bu
süreçte hep bu gözle değerlendiriyor. Bu mantıkla bakıldığında, deprem vb. doğal afete bağlı kentsel dönüşüm
gibi zorunlu yık-yap yönlendirmeleri dışında, serbest pazar koşulları içinde de
bundan böyle giderek daha fazla yık-yap örnekleri ile karşı karşıya
kalacağımızı anlayabiliyoruz. Şimdiden, bırakın 30-40 yıllık yapıları, 10-15
yıllık birçok yapının herhangi bir yasal zorunluluk olmadan, tamamen
sosyo-ekonomik gereksinimlerle yıkılıp, farklı fonksiyonlarla, farklı
teknolojilerle, farklı ekonomik getiri beklentileri ve farklı estetik
kaygılarla yeniden inşa edildiğine şahit oluyoruz.
Bazen, gelişmiş ülke örneklerinde olduğu gibi yüzlerce
yıllık, tarihi diyebileceğimiz, teknolojiden ve çağdaş olanaklardan yoksun yapılarda
yaşamayı sosyo-kültürel bir değer olarak yüceltebiliyoruz. Ancak ben kişisel bir
görüş olarak, içinde yaşadığımız yapıları giderek daha kısa sürede yıkıp yeniden
yapma trendinin salt yanlış inşaat politikaları ve kötü yapı kalitesinden
kaynaklanmadığına ve bu trendin Homo Sapiens’in gelecek serüveninde artarak
devam edeceğine inanıyorum.
*Homo Deus: Kitabın
yazarı Y.N Harari, bu terimi Latince “Tanrılaşan İnsan” anlamında kullanıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder