13 Ekim 2014 Pazartesi

Gerçekten dükkanı kapatıp gitmeleri mi isteniyor?

İnşaat ve gayrimenkul sektöründeki büyümenin durdurulacağı, cazibesinin ve ekonomideki payının azaltılacağı ve teşvik sistemiyle sanayiye dönüleceğine ilişkin haberler son günlerin en önemli gündem maddelerinden birisi olmaya devam ediyor.


Hükümet kanadı, öncelikle GYO’ların %20 kurumlar vergisi istisnasının kaldırılmasını, Orta Vadeli Programında ise, %15 oranında KKDF (Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu) ile %5 oranında BSMV (Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi)’nin konut kredilerine de uygulanmasını öngörüyor. Sektör temsilcileri, maliyetlere yansıyacak bu uygulamadan, inşaat sektörünün %60’ını oluşturan konut sektörünün ve vatandaşın zarar göreceğini öne sürüyor ve “Dükkanı kapatıp gitmemizi mi istiyorlar?” diyerek yeni vergilere isyan ediyor. Kurumsal ve kalıcı marka sahibi yatırımcılar, pazarın daralmasına bağlı ilerde yaşayacakları sorunları, sektöre farklı sektörlerden fırsatları değerlendirmek üzere kontrolsüz bir şekilde giren “ayrık otlarını” temizleyerek çözmeyi düşünüyor.

SPK tarafından denetlenen ve halka açık GYO’lar, her şeye karşın bu konuda en kurumsal yatırımcılar. GYO sektörünün temsilcileri, sektöre dışardan giren ve kurumsal yapı oluşturmak yerine “geçici proje markaları” ve çekici medya ilanlarıyla ikna yolunu seçen bu yatırımcıları, uzun vadeli ve şeffaf hareket etme endişesi duymadan Maliye’nin bu güne dek başıboş bıraktığı bir ortamda, kayıt dışılığın tüm olanaklarından yararlanmakla itham ediyor.

Bu suçlamalar çok da haksız değil. Zira yakın coğrafyadan ülkeye giren kayıt dışı kaynaklarla gayrimenkul satışı yapıldığını, elde edilen kaynakların bu yatırımcıların mal ve hizmet alımlarını da kayıt dışı yapmaya teşvik ettiğini, çift bordro yöntemiyle şişen kasa bakiyelerini torba yasa ile legalleştirdiklerini, bunun sonucunda devletin vergi ve sigorta kaybının yanı sıra, dürüst çalışan firmaların devlete güveninin sarsıldığını sağır sultan dahi biliyor.

Şimdi, geçmişi bir yana bırakalım ve önümüze bakalım. Bugüne dek, legal ya da illegal kazanan kazandı. Sektörün geçici oyuncuları için kazanç görülen (bu kez sanayi olacağı anlaşılıyor) bir başka alana atlamak pek de zor olmasa gerek. Ama önce şu tanımı iyi yapmalıyız. İnşaat ve gayrimenkul sektörü, kamunun yaftaladığı gibi, geçici, kurumsal olmayan, spekülatif karların yaşandığı, kayıt dışılığın kol gezdiği, verimsizlik ve israfın tavan yaptığı bir sektör olarak mı kalacak? Yoksa üretim yeri mobil ve geçici, hatta biraz ilkel de olsa, bir tür “sanayi” muamelesini hak ederek, doğru kurumları, hedefe uygun projeleri ve dürüst yatırımcıları teşvik edilecek ve “ak ve kara koyun”lar ayırt edilecek mi? Ya da yapılan tüm hataların cezasını yine sektörün kurumsal ve dürüst oyuncuları mı çekecek?

Devlet ile inşaat sektörü arasında, bu kısır döngüden, bu kayıkçı kavgasından ben de etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Aslında bu yazımda gelişmiş ülkelerin “Tarım” ve “Sanayi” çağını çoktan tamamlayıp “Bilgi” çağına geçtiği gibi farklı bir olgudan söz etmek istiyordum. Hatta devletimizi ve sektörü yönetenlerin, o iddialı vizyonlarının yanı sıra, inşaat sektörümüze “uluslararası pazarlarda taşeronluğu ve ara kademe işgücü konumunu” layık görmelerini, “bilgisayar denilen makinenin nasıl çalıştığı yerine sadece kullanmasını öğrenmeye” teşvik etmelerini hiç de hazmedemediğimi ifade edebilmeyi arzu ediyordum.

Evet, artık gelişmiş ülkeler, bırakın Tarım ve İnşaat sektörünü, İmalat Sanayiini bile yavaş yavaş 3. Dünya ülkelerine bırakıyor ve bilgi teknolojilerine yatırım yapmayı, araştırmayı, geliştirmeyi, yaratıcı fikri ve inovasyonu teşvik ediyorken, bizim hala “Üretim Sanayisi mi? İnşaat Sanayisi mi? kısır tartışmalarının içinde kalmamızdan büyük üzüntü duyuyorum.

Ülke olarak, mevcut kalkınma modeliyle ve büyük çabalarla gelebildiğimiz yer belli: Kişi başına 10.000 USD milli gelir düzeyi. Özel sektörde düşen karlılık oranları ve saplandığımız orta gelir tuzağından kurtulabilmemiz, bu ekonomik model ile bu şekilde devam etmemiz ve 30-40.000 USD seviyelerine “sıçrama” yapmamız mümkün görünmüyor.

Bugün, devletimizin aklına ilk gelen “havuç ve sopa” yani “vergi ve teşvik” mekanizması.
Yani, devletimizden henüz inşaat sektörünü düzenleme, geleceğe hazırlama, eğitim, araştırma ve geliştirme, hizmetlerde bilgi teknolojilerinden, üretimde nano-teknolojilerden yararlanma, inovasyon, verimlilik, kalite ve iş sağlığı&güvenliğini iyileştirme, israfı azaltma, adaletin, bilginin, deneyimin, şeffaflığın ve dürüstlüğün ödüllendirilmesine yönelik teşvik ve düzenlemeleri, ne yazık ki, pek görmüyoruz.

Kalkınma Bakanlığı, geçmişin DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) kültüründen gelen alışkanlıkla, her 5 yılda bir Kalkınma Planını, tüm sektörlerde Özel İhtisas Komisyonları kurarak hazırlıyor ve yayınlıyor. Bu çalışmayı geçtiğimiz aylarda 2014-2018 yılları için de yaptı. Gelgelelim, politize hedefleri olan icracı Bakanlıkların, bu raporlardan yararlandıklarına pek şahit olmuyoruz.

Alınmakta olan ağır ekonomik önlem paketleri ile öyle görünüyor ki, sektör olarak önümüzde zorlu bir dönem bizi bekliyor. Bunu bir tür “kriz” dönemi olarak adlandırabilirsiniz. Kriz sözcüğünü özellikle kullandım. Çince’deki “Kriz”=”Fırsat” betimlemesinden yararlanmak için.

AB ülkeleri ve İngiltere. Tüm kamu inşaat projelerinde en geç 2016 yılına kadar Bina Bilgi Modellemesi (BIM)’ne geçme kararı aldı. Orta-Doğu ülkeleri dahi 3 yıldır inşaatlarında BIM’i zorunlu tutuyor ve bölgede çalışan bazı firmalarımız maalesef BIM’le ilk kez şartnamelerde karşılaşıyor. Kamu yönetiminden, örneğin bu teknolojinin ülkemizdeki yol haritasına ilişkin herhangi bir açılım görmüyoruz.

Yelken yarışçıları iyi bilirler: “Yarış, gece kazanılır. Herkesin uyuduğu ve rüzgarın en hafif olduğu saatlerde..”  Tekneler, fazla ağırlıklarını atacak. Firmalar da, personel çıkararak fazla yüklerinden kurtulacak. Devletin yapmadığını, yapamadığını özel sektör yine kendisi yapacak. Eminim, firmalar kriz dönemini önemli bir fırsata çevirecek.

Çok bilinen bir özdeyiş vardır: Tasarruf, kriz dönemlerinde değil, yüksek ciro dönemlerinde yapılır.
Bu dönemde sıçrama için, yapılacak en doğru hareket: “Akla, bilgiye, deneyime, bilgi teknolojilerine, ARGE’ye, yaratıcı fikirlere kucak açmak üzere yatırım yapmak”. Bunun için bir bedel ödenecek, doğru. Ama firmaların uzun rahatlık dönemlerinde işletme körlüğüne düşmüş, verimsiz personel maliyetlerinden çok daha ekonomik ve yüksek bir katma değeri, firma dışındaki uzmanlık ve deneyimlerden elde edeceklerine kuşku yok.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder