İnşaat ve gayrimenkul sektöründeki
büyümenin durdurulacağı, cazibesinin ve ekonomideki payının azaltılacağı ve teşvik
sistemiyle sanayiye dönüleceğine ilişkin haberler son günlerin en önemli gündem
maddelerinden birisi olmaya devam ediyor.
Hükümet kanadı, öncelikle GYO’ların
%20 kurumlar vergisi istisnasının kaldırılmasını, Orta Vadeli Programında ise, %15
oranında KKDF (Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu) ile %5 oranında BSMV (Banka ve
Sigorta Muameleleri Vergisi)’nin konut kredilerine de uygulanmasını öngörüyor. Sektör
temsilcileri, maliyetlere yansıyacak bu uygulamadan, inşaat sektörünün %60’ını
oluşturan konut sektörünün ve vatandaşın zarar göreceğini öne sürüyor ve
“Dükkanı kapatıp gitmemizi mi istiyorlar?” diyerek yeni vergilere isyan ediyor.
Kurumsal ve kalıcı marka sahibi yatırımcılar, pazarın daralmasına bağlı ilerde yaşayacakları
sorunları, sektöre farklı sektörlerden fırsatları değerlendirmek üzere
kontrolsüz bir şekilde giren “ayrık otlarını” temizleyerek çözmeyi düşünüyor.
SPK tarafından denetlenen ve
halka açık GYO’lar, her şeye karşın bu konuda en kurumsal yatırımcılar. GYO
sektörünün temsilcileri, sektöre dışardan giren ve kurumsal yapı oluşturmak yerine
“geçici proje markaları” ve çekici medya ilanlarıyla ikna yolunu seçen bu yatırımcıları,
uzun vadeli ve şeffaf hareket etme endişesi duymadan Maliye’nin bu güne dek
başıboş bıraktığı bir ortamda, kayıt dışılığın tüm olanaklarından yararlanmakla
itham ediyor.
Bu suçlamalar çok da haksız
değil. Zira yakın coğrafyadan ülkeye giren kayıt dışı kaynaklarla gayrimenkul satışı
yapıldığını, elde edilen kaynakların bu yatırımcıların mal ve hizmet alımlarını
da kayıt dışı yapmaya teşvik ettiğini, çift bordro yöntemiyle şişen kasa
bakiyelerini torba yasa ile legalleştirdiklerini, bunun sonucunda devletin
vergi ve sigorta kaybının yanı sıra, dürüst çalışan firmaların devlete
güveninin sarsıldığını sağır sultan dahi biliyor.
Şimdi, geçmişi bir yana bırakalım
ve önümüze bakalım. Bugüne dek, legal ya da illegal kazanan kazandı. Sektörün
geçici oyuncuları için kazanç görülen (bu kez sanayi olacağı anlaşılıyor) bir
başka alana atlamak pek de zor olmasa gerek. Ama önce şu tanımı iyi yapmalıyız.
İnşaat ve gayrimenkul sektörü, kamunun yaftaladığı gibi, geçici, kurumsal
olmayan, spekülatif karların yaşandığı, kayıt dışılığın kol gezdiği,
verimsizlik ve israfın tavan yaptığı bir sektör olarak mı kalacak? Yoksa üretim
yeri mobil ve geçici, hatta biraz ilkel de olsa, bir tür “sanayi” muamelesini
hak ederek, doğru kurumları, hedefe uygun projeleri ve dürüst yatırımcıları
teşvik edilecek ve “ak ve kara koyun”lar ayırt edilecek mi? Ya da yapılan tüm
hataların cezasını yine sektörün kurumsal ve dürüst oyuncuları mı çekecek?
Devlet ile inşaat sektörü
arasında, bu kısır döngüden, bu kayıkçı kavgasından ben de etkilendiğimi itiraf
etmeliyim. Aslında bu yazımda gelişmiş ülkelerin “Tarım” ve “Sanayi” çağını
çoktan tamamlayıp “Bilgi” çağına geçtiği gibi farklı bir olgudan söz etmek
istiyordum. Hatta devletimizi ve sektörü yönetenlerin, o iddialı vizyonlarının
yanı sıra, inşaat sektörümüze “uluslararası pazarlarda taşeronluğu ve ara kademe
işgücü konumunu” layık görmelerini, “bilgisayar denilen makinenin nasıl
çalıştığı yerine sadece kullanmasını öğrenmeye” teşvik etmelerini hiç de hazmedemediğimi
ifade edebilmeyi arzu ediyordum.
Evet, artık gelişmiş ülkeler,
bırakın Tarım ve İnşaat sektörünü, İmalat Sanayiini bile yavaş yavaş 3. Dünya
ülkelerine bırakıyor ve bilgi teknolojilerine yatırım yapmayı, araştırmayı,
geliştirmeyi, yaratıcı fikri ve inovasyonu teşvik ediyorken, bizim hala “Üretim
Sanayisi mi? İnşaat Sanayisi mi? kısır tartışmalarının içinde kalmamızdan büyük
üzüntü duyuyorum.
Ülke olarak, mevcut kalkınma
modeliyle ve büyük çabalarla gelebildiğimiz yer belli: Kişi başına 10.000 USD
milli gelir düzeyi. Özel sektörde düşen karlılık oranları ve saplandığımız orta
gelir tuzağından kurtulabilmemiz, bu ekonomik model ile bu şekilde devam
etmemiz ve 30-40.000 USD seviyelerine “sıçrama” yapmamız mümkün görünmüyor.
Bugün, devletimizin aklına ilk
gelen “havuç ve sopa” yani “vergi ve teşvik” mekanizması.
Yani, devletimizden henüz inşaat sektörünü düzenleme, geleceğe hazırlama, eğitim, araştırma ve geliştirme, hizmetlerde bilgi teknolojilerinden, üretimde nano-teknolojilerden yararlanma, inovasyon, verimlilik, kalite ve iş sağlığı&güvenliğini iyileştirme, israfı azaltma, adaletin, bilginin, deneyimin, şeffaflığın ve dürüstlüğün ödüllendirilmesine yönelik teşvik ve düzenlemeleri, ne yazık ki, pek görmüyoruz.
Yani, devletimizden henüz inşaat sektörünü düzenleme, geleceğe hazırlama, eğitim, araştırma ve geliştirme, hizmetlerde bilgi teknolojilerinden, üretimde nano-teknolojilerden yararlanma, inovasyon, verimlilik, kalite ve iş sağlığı&güvenliğini iyileştirme, israfı azaltma, adaletin, bilginin, deneyimin, şeffaflığın ve dürüstlüğün ödüllendirilmesine yönelik teşvik ve düzenlemeleri, ne yazık ki, pek görmüyoruz.
Kalkınma Bakanlığı, geçmişin DPT
(Devlet Planlama Teşkilatı) kültüründen gelen alışkanlıkla, her 5 yılda bir
Kalkınma Planını, tüm sektörlerde Özel İhtisas Komisyonları kurarak hazırlıyor
ve yayınlıyor. Bu çalışmayı geçtiğimiz aylarda 2014-2018 yılları için de yaptı.
Gelgelelim, politize hedefleri olan icracı Bakanlıkların, bu raporlardan
yararlandıklarına pek şahit olmuyoruz.
Alınmakta olan ağır ekonomik
önlem paketleri ile öyle görünüyor ki, sektör olarak önümüzde zorlu bir dönem
bizi bekliyor. Bunu bir tür “kriz” dönemi olarak adlandırabilirsiniz. Kriz
sözcüğünü özellikle kullandım. Çince’deki “Kriz”=”Fırsat” betimlemesinden
yararlanmak için.
AB ülkeleri ve İngiltere.
Tüm kamu inşaat projelerinde en geç 2016 yılına kadar Bina Bilgi Modellemesi
(BIM)’ne geçme kararı aldı. Orta-Doğu ülkeleri dahi 3 yıldır inşaatlarında BIM’i
zorunlu tutuyor ve bölgede çalışan bazı firmalarımız maalesef BIM’le ilk kez
şartnamelerde karşılaşıyor. Kamu yönetiminden, örneğin bu teknolojinin ülkemizdeki yol haritasına ilişkin herhangi bir açılım görmüyoruz.
Yelken yarışçıları iyi bilirler: “Yarış,
gece kazanılır. Herkesin uyuduğu ve rüzgarın en hafif olduğu saatlerde..” Tekneler, fazla ağırlıklarını atacak.
Firmalar da, personel çıkararak fazla yüklerinden kurtulacak. Devletin
yapmadığını, yapamadığını özel sektör yine kendisi yapacak. Eminim, firmalar kriz
dönemini önemli bir fırsata çevirecek.
Çok bilinen bir özdeyiş vardır:
Tasarruf, kriz dönemlerinde değil, yüksek ciro dönemlerinde yapılır.
Bu dönemde sıçrama için, yapılacak en doğru hareket: “Akla, bilgiye, deneyime, bilgi teknolojilerine, ARGE’ye, yaratıcı fikirlere kucak açmak üzere yatırım yapmak”. Bunun için bir bedel ödenecek, doğru. Ama firmaların uzun rahatlık dönemlerinde işletme körlüğüne düşmüş, verimsiz personel maliyetlerinden çok daha ekonomik ve yüksek bir katma değeri, firma dışındaki uzmanlık ve deneyimlerden elde edeceklerine kuşku yok.
Bu dönemde sıçrama için, yapılacak en doğru hareket: “Akla, bilgiye, deneyime, bilgi teknolojilerine, ARGE’ye, yaratıcı fikirlere kucak açmak üzere yatırım yapmak”. Bunun için bir bedel ödenecek, doğru. Ama firmaların uzun rahatlık dönemlerinde işletme körlüğüne düşmüş, verimsiz personel maliyetlerinden çok daha ekonomik ve yüksek bir katma değeri, firma dışındaki uzmanlık ve deneyimlerden elde edeceklerine kuşku yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder