İstanbul Torun Center’daki asansör faciasının ardından
sosyal medyada başlatılan “iş kazalarında mimarın sorumluluğu” tartışması,
yapılan anketler, yorumlar ve projenin mimarı Emre Arolat’ın bunlara verdiği
yanıtlar ile bir süre devam etti. Bu tartışma doğal olarak akla, birkaç ay önce
Katar’da 2020 Dünya Kupası stadyum tasarımında imzası olan ünlü mimar Zaha
Hadid üzerinden The Guardian’ın başlattığı tartışmayı getirdi. Mimar Emre
Arolat röportajında, Zaha Hadid’in söylemine benzer şekilde mimarın iş
kazalarında maddi ve manevi hiçbir bir sorumluluğu olmadığı görüşüne yer verdi.
Ancak, her iki olayın ardından basında ve sosyal medyada yapılan yorumlar, bu
konuda toplumsal bir uzlaşı olmadığını gösterdi. Bazı yorumcular, yasal bir
sorumluluk olmasa dahi mimarın manevi sorumluluğundan dem vurdu. Ama hiçbir yorumda
mesleki sorumluluk yer almadı.
Son dönemlerde, inşaat sektöründe iş güvenliğinin çokça
gündeme gelmesine bağlı sorumlu arayışları, acaba hedef şaşırtma amacını mı
taşıyordu? Yoksa başarılı bir mimarın bireysel markasının çok ön plana çıkmasına
bağlı mesleki rekabet mi söz konusuydu? Yoksa tasarımcının görev tanımı içinde
böyle bir sorumluluk olabilir miydi?
Torun Center’dan sonra iş kazaları sanki sektöre ve geri
planda kalan sorumlulara ders vermek istercesine devam etti ve ediyor. Bu kez
yine dünyaca ünlü bir mimarımızın tasarımını yaptığı bir inşaatın iş iskelesi,
basit bir fırtınada çöküverdi. Bu kez işçiler değil, çevreden geçen pek çok insan
ve araç zarar gördü. Yaşanan kaza, tartışmacıları bu kez “Bu bir
iş kazası mı? Yoksa doğal afet mi?” ikileminde bıraktı ve yapımcının,
yatırımcının, tasarımcının, üreticinin sorumlulukları gündeme taşındı.
Bu konuda geçtiğimiz günlerde yazdığım “İş kazaları bireysel
hatalardan kaynaklansa da bir sistem sorunudur” yazımı hatırlama ihtiyacı hissettim. Evet, temel neden yine sistem sorunuydu. Sorun,
sistemin içindeki bir alt-sistemde, herkesin görmekten ısrarla kaçındığı işveren-müteahhit-tasarımcı
ilişkisinde yatıyordu ve işverenin, maliyeti düşürmek amacıyla uzmanlığı dışında
müteahhit şapkası giymesinden ve mimar, proje yöneticisi, yapı denetçisi gibi
unsurlar arasındaki “sorumluluk
zincirini bozmasından” kaynaklanıyordu.
Türkiye’de müteahhitlik sektörüne girişte bir bariyer olmaması
nedeniyle, hemen her yatırımcının ya bir inşaat şirketi ya da şirketinin ana
sözleşmesinde “inşaat yapma ve yaptırma” maddesi vardır. Yani BJK gibi bir spor
kuruluşunun dahi inşaat müteahhidi sıfatıyla kendi stadyumunu kendisinin inşa etme
hakkı vardır. Firmalar ya da kuruluşlar, bu maddeye dayanarak, Sosyal Güvenlik
Kurumunda doğrudan inşaatın ana müteahhidi sıfatıyla hesap açtırabilirler. Kimse
de kendilerine “senin müteahhitlik ehliyetin, becerin, kapasiten, insan
kaynağın, ekipmanın var mı?” diye sormaz.
Böylece İşverenler;
1)
Müteahhitlik donanım, bilgi ve birikimini hiçe
sayarak, üstlenilen ağır sorumluluk, genel gider ve risklerin karşılığı olan
bedeli ödemeden, kendilerini müteahhit konumuna koyarak,
2)
Tasarımcılarından, sonradan yapacakları
revizyonların karşılığı olan bedeli ödememek için telif hakkını özel bir
sözleşme ile satın alarak,
3)
Tasarımcıyı uygulama sürecinde mesleki
kontrollük görev ve sorumluluklarından dışlayarak,
4)
Yapı Denetiminin zorunlu bedel ve kurallarını illegal
özel anlaşmalarla hafifleterek,
5)
Bünyelerinde oluşturdukları ya da dış kaynak olarak
kullandıkları “proje yönetimi” kavramının içini boşaltarak,
6)
Proje yönetimine müteahhitlerle müteselsil
sorumluluk ve yatırımcı nam ve hesabına iş güvenliği sorumluluğu yükleyerek,
7)
Kayıtsız finansman girişine bağlı çifte defter tutma
alışkanlıklarından vazgeçmeyerek,
yatırım maliyetlerinden ciddi oranda tasarruf ederler, ederken de sektörde
pek çok olumsuzluğa neden olurlar. Kaldı ki, ben bu konuda sadece yatırımcıların
eleştirilmesini de haklı bulmam zira bir alanda “bu kadar açık kapı bırakılmasında”,
“tavşana kaç tazıya tut denmesinde”, ya da “kişi ve kurumların fuhşa teşvik edilmesinde”
kamu yönetiminin ve siyasi iradenin en üst düzeyde sorumluluğu olduğunu düşünürüm.
Torun Center kazasının hemen ertesinde Maliye Bakanlığı ile Şehircilik
ve Çevre Bakanlığı müteahhitleri hedef tahtasına koydu. Ardından Kalkınma
Bakanlığı, 2014-2018 yıllarına ait 10. Kalkınma Planı İnşaat Sektörü Özel
İhtisas Komisyon Raporunu (*) günlük basına servis ederek, adeta günah çıkardı.
Ama 2012-2013 yıllarında hazırlanan bu raporda belirtilen hiçbir konuda o
tarihten bu yana kimsenin hiçbir adım atmadığı da ortada.
Bu sorumluluk karmaşası içinde “Mimarın Sorumluluğu” diyerek
yeni bir spekülasyona yol açmayacağım. Ama, sistem içinde her unsurun bir
dereceye kadar sorumluluğu olduğunu, aldığım mimarlık eğitimi, gençliğimde
yaşadığım tasarımcılık deneyimi ve meslektaşlarımla empati kurabilme özelliğim nedeniyle
söylemeden edemeyeceğim.
Evet, tasarımcının da
iş kazalarında, yasalarımızda düzenlenmiş olmasa da bir sorumluluğu vardır: O da öncelikle, tasarımını yaptığı binanın iş güvenliği bakış açısıyla özellik
ve gereksinimleri hakkında, işverenini ve yapının müteahhidini detaylı idari ve teknik şartnamelerle
bilgilendirmektir.
Ama, dünyanın her ülkesinde maalesef, star mimarlar uygulama projesi
ve teknik şartname hazırlamaktan ısrarla kaçınıyorlar ya da bu işi küçümsüyorlar.
İşverenler de bu konuya gereken özeni ve kararlılığı göstermiyorlar. Bu eksiklik,
ihale ve uygulama aşamasında müteahhitlerin de işine geliyor ve fiyat, kalite
ve süre üçgeninde arzu ettikleri gibi davranabiliyorlar.
İngiltere’de 2007
yılında yayınlanan Yeni İş Güvenliği Yasasında tasarımcının sorumluluğu şöyle
tanımlanıyor: “Tasarımcılar, bir
inşaat işinde riski azaltabilecek en etkili konumdadırlar. Bir tasarım, fikir
aşamasından detaylı şartname hazırlanmasına kadar olan tüm süreçte, farklı
aşamalarda farklı disiplinde kişi ve ekiplerin katılımıyla gelişir. Her
disiplinden tasarımcılar, her aşamada oluşabilecek risk faktörlerini tanımlayarak,
olası riskleri azaltacak ya da ortadan kaldıracak önlemleri almada büyük katkı
sağlayabilirler”.
Bu bakış açısıyla hazırlanan yasal düzenleme ile İngiltere’de
30 işgünü ve 500 Adam-Gün’den çok efor gerektiren her tasarım+inşaat işinde, daha
tasarımın fikir aşamasında, İş Güvenliği Otoritesi tarafından onaylanan bir CDM (Tasarım-Yapım-Yönetim) Koordinatörü’nün
İşveren tarafından görevlendirilmesi sağlanıyor. Bu görev, projenin önemi,
ölçeği ve özelliklerine göre bireysel bir uzmana ya da mülti-disipliner bir
kuruma verilebiliyor. CDM Koordinatörünün görevi; tasarım, planlama ve uygulama
sürecini İş Güvenliği odaklı bakış açısıyla izlemek, ilgili paydaşlara iş
güvenliği konusunda tavsiyelerde bulunmak, süreci izlemek ve dokümantasyonu denetlemek
olarak tanımlanıyor. Genelde de bu görev, projede teknik müşavir ya da proje
yöneticisi olarak görev yapan kişi ve kuruluşlara veriliyor ve üstlendiği riskler
mesleki sorumluluk sigortası ile güvence altına alınıyor.
Benzer yöntem ve uygulamalar, sadece İngiltere’de değil, pek
çok ülkede var.
Darısı, ülkemiz inşaat sektörünün başına.
(*) Bu satırların
yazarı, söz konusu Özel İhtisas Komisyonunun bir üyesi olarak görev yapmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder