21 Ağustos 2017 Pazartesi

Türkiye İnşaat Sektöründe “Yaratıcı Yıkım-Creative Destruction” Fırsatını Iskalıyor mu?

İngiltere, bir tür “Yaratıcı Yıkım” fırsatını 16. Yüzyılda William Lee’nin Kraliçe I. Elizabeth’e ve ardından iktidara gelen I. James’e “Örgü Başlık ve Çorap Mekanizasyonu” Projesini sunup reddedildiğinde kaçırmış. Ardından gelen gerileme süreci, “Buhar Makinesi” ve “Tekstil Makinesi” icatlarının Siyasal İktidarlar tarafından patent verilerek nihayet kabullenilmek zorunda kalındığı 18. Yüzyıla dek devam etmiş. O dönem, her iki liderin de bu Yaratıcı Fikir, Teknik ve Makinelere izin ve patent vermemesinin nedeninin, bunların ülke içinde tümüyle insan gücüne dayalı “Örgücü” nüfusunun işsiz kalarak kendi iktidarlarına tehdit oluşturması ve bu üretime dayalı olarak ticaret yapan ve iktidarı destekleyen elitlerin/zenginlerin düzenini bozma endişesi olduğunda şüphe yok..

Ancak, kraliyet ve hanedanın korkunun ecele faydası olmadığını anlaması için iki yüzyıl geçmesi, ekonominin düşüşe geçmesi ve toplumun isyan etmesi gerekmiş. Bu sayede oluşturulan yeni yasal düzenlemeler ve siyasi kurumların desteği ve toplumda oluşan güven sonucu ortaya çıkan yaratıcı ortam, İngiltere’nin Sanayi Devrimine öncülük etmesine yol açmış ve ülke 18. Yüzyıldan itibaren sanayi, ulaştırma ve deniz ticareti alanlarında denizaşırı bir imparatorluğa dönüşmüş.

İngiltere'nin son birkaç yüzyıldır yaşadığı deneyim, binlerce yıllık insanlık tarihindeki çok sayıda ulus ve medeniyetin düşüş ve yükseliş dönemlerine sadece bir örnek.


ABD’nin pek ünlü MIT’sinde Türkiye’nin gururu olarak ders veren Prof. Daron Acemoğlu, son kitabı “Ulusların Düşüşü”nde, bu sayısız medeniyet ve uluslardan verdiği onlarca örnekle toplumların yükseliş ve düşüş süreçlerini mukayeseli olarak analiz ediyor. Acemoğlu’na göre “Düşüş”, toplumların kültür, coğrafya ya da liderlerinden bağımsız bir şekilde, siyasal iktidarların kendisini ve kendisini destekleyen grupların statükosunu ve ekonomik ayrıcalıklarını korumak, çoğulculuğa dayanan ve güven ve adalet ortamını oluşturacak siyasal kurumları oluşturmaktan kaçınmak ve tesadüfen de olsa ortaya çıkan “Önemli Yaratıcı Fikir” ve  “Yaratıcı Yıkım” Fırsatlarına, kendi iktidarlarına tehdit oluşturacağı varsayımıyla izin vermemesinden kaynaklanıyor.

Tarihte görüldüğü üzere, her türlü ortamda “Yenilik” salt bir fikir, teknik ya da süreç ile ortaya çıkmamış. Toplumu, ekonomiyi ve hatta tarihi değiştiren önemli bir “Yenilik” ancak birbirine eklenen ve birbirini tamamlayan icatlar ve süreçler sonucunda ortaya çıkmış. Buhar Makinesi, Tren, Demiryolu, Bilgisayar, İnternet, Akıllı Telefon gibi icatlar hep birbirine eklenen ve birbirini tamamlayan fikir, teknik ve süreçler sonucunda toplumda bir “Yaratıcı Yıkım” a (ya da İngilizce tanımıyla Creative Destruction ya da Innovative Disruption) neden olmuş.

BIM (Bina Bilgi Modellemesi- https://youtu.be/Hts6m-IO3ig) de inşaat sektörü için böyle bir “Yaratıcı Yıkım” fırsatı. 

Türkiye, her ne kadar inşaat sektöründe Çin’in ardından dünya ikincisiyim diye böbürlense de 3. Sıradaki ABD ve hatta daha alt sıralardaki Japonya, Almanya ve İngiltere BIM uygulamasını bir devlet programı ve teşviki haline dönüştürmüş durumda. Bu konuda yasal düzenlemelerini çoktan yapmışlar ve bu ülkelerde artık hiçbir inşaat BIM kullanılmadan inşa edilemeyecek. İnşaat sektöründeki bu sıralamanın yakın zamanda değişeceğine hiç kuşku yok. Zira şimdiden pek çok Türk Müteahhidi ABD, İngiliz, Japon, Alman, İtalyan Müteahhitlerinin ucuz işçilik taşeronu konumuna düşmüş durumda. Orta Doğu’da, Körfez Ülkelerinde ve hatta Rusya’da şartnamelerde BIM uygulamasında deneyim şartını gören bazı müteahhitlerimizin "rekabet üstünlüğümüzü kaybediyoruz" şikayetlerini dinlemeye başladık bile.

Siyasal iktidarımızın bu Yenilikten haberdar olmaması mümkün değil. Büyük olasılıkla “Yaratıcı Yıkıma” yol açabilecek bu tür fikir, teknik ve süreçlerin ülkede uygulamaya geçirilmesinin teşvik edilmemesi hatta önüne set çekilmesi ise, sanırım tarihsel örneklerden edindiğimiz bilgiyle, emek yoğun “amele” sektörümüzde işsizliğe davetiye çıkarılmasının önüne geçilmesi ve mevcut düzenin bir süre daha korunması amaçlı olduğunu düşündürüyor.

İnşaat sektörü şu anda tam da toplumda olduğu gibi ikiye ayrılmış durumda. Çağdaş fikir, teknik ve süreçleri benimseyen bir bölüm, yurtdışına yönelerek siyasal otoriteyle çatışmamak adına ülke içindeki karar mercii ve etkilerinden uzaklaşmayı tercih ediyor. Öte yandan farklı sektörlerden inşaat sektörüne yeni giriş yapan, inşaatçılığı salt işgücü istihdamı ve malzeme temini olarak gören, “ne pahasına olursa olsun daha ucuza” odaklı ve çağdaş yönetim bilgisi ve deneyimden yoksun yeni türeyen yerel gayrimenkul yatırımcılarından oluşan diğer bir bölüm ise, siyasal iktidarın politik amaç ve hedefleriyle uyum içinde, kendi çalıp kendi oynuyor.  Her iki kesim de birbirlerinin alanı dışında iki farklı dünyada yaşıyor.

Genelde az gelişmiş ülkelerde bir tür kalkınma modeli olarak karşımıza çıkan bu modelin, 1979 Nobel Ödülü sahibi Sir Arthur Lewis’in tanımıyla, bir de bilimsel adı var: “İkili Ekonomi” ya da "Dual Sector Model" http://nisnotes.blogspot.com.tr/2011/04/dual-sector-model.html ). Modeli inşaat sektörüne simüle ettiğimizde, “Gelişkin” sektörü temsil eden ilk kesiminde yer alan yurtdışı taahhüt odaklı inşaatçılarımızı yurtiçinde ancak 3. Boğaz Köprüsü, 3. Havalimanı, Avrasya Tüneli, Metro İnşaatları gibi çok önemli kamu projelerinde görebiliyoruz ki bunlar ya "Geleneksel" sektörden işgücü devşirerek, ya da uzak doğu kökenli işgücünü Türkiye’ye ithal (!) ederek çalışıyorlar. Bunlar uluslararası ölçekte iş yapabilme becerisini edinen ya da edinmeye çalışan sayıca az ama ölçek olarak oldukça büyük gruplar. Türkiye’yi dünya inşaat listelerinde üst sıralara taşıyanlar işte bu grup temsilcileri.

“Geleneksel” sektörü temsil eden geri kalmış kesimde yer alan ve ayni zamanda gayrimenkul yatırımcısı şapkası da taşıyan Yap-Sat ya da Sat-Yap’çı inşaatçılarımıza gelince, bunlar insan emeğini son derece verimsiz kullanan, büyük oranda kayıt dışı çalışan, ülkenin siyasal ve sosyo-ekonomik yapısıyla uyumlu şekilde plansız ve programsız iş yapan, tarım sektöründen devşirdiği düşük vasıflı işgücünü sağlıksız koşullarda ve eğreti barakalarda barındıran, iş güvenliğini bir külfet olarak gören, BIM gibi çağdaş proje yönetimi araç ve tekniklerini kullanmaya ihtiyaç duymayan hatta reddeden ölçekleri görece küçük, ama sayıları oldukça büyük bir grup..

Türkiye inşaat sektörü işte bu “İkili Ekonomi (Dual Model)” sarmalına kilitlenmiş durumda. Ülke içindeki inşaat faaliyetleri arasında çok önemli yer tutan Kentsel Dönüşüm uygulamalarının sağlıklı işlememesinde, yasal düzenlemelerin eksik ve hatalı yanlarının yanı sıra, bu sürecin bütünüyle “Geleneksel” kesime bırakılmış olmasından kaynaklandığını düşünüyorum.


BIM, inşaat sektöründe “Yaratıcı Yıkım”a neden olacak, sektörün mevcut yapısını ve düzenini değiştirecek, taşları yerinden oynatacak, yeni fikirler, teknikler ve süreçlerle taşlar üzerine yeni taşlar koyacak bir uygulama, bir başlangıç noktası.. Belki ilk adaptasyon süresince verimlilik ve performans bir miktar düşecektir. Ama sonrasında ülke ekonomisinin lokomotifi olarak seçilen bir sektörde, ülkeyi dünya liderliğine taşıyabilecek bir alanda, Türkiye tarihi bir fırsatı ıskalıyor, bence..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder