12 Nisan 2015 Pazar

Hayatta kalmak için risk almak.. Ama nereye kadar?


Risk ve başarı arasındaki ilişkiyi “Yaşamdaki en büyük risk, hiç riske girmemektir” ya da “Kaplumbağaya dikkat et. Ancak kafasını çıkarıp risk aldığında ilerleyebiliyor” diye ifade etmiş ABD’li ünlü felsefeciler, Leo Buscaglia ve James Conant.
Yaşamda “sıfır risk” alarak ilerleme kaydedilemeyeceğine bir itirazın olmadığına inanıyorum. Ancak, “sınırsız risk” alarak, Monte Carlo yöntemiyle rastlantısal olarak büyük başarılar elde edenleri hariç tutarsak, her zaman yüksek risk almayı tercih edenleri, “gözü kara, maceraperest” gibi sıfatlarla tanımladığımızı da unutmayalım.

Demek ki, iki uç yaklaşım arasında bir yerlerde “yönetilebilir risk” kavramını kendimiz, sosyal ve iş çevremiz, kuruluşumuz, sektörümüz ve ülkemiz için planlamamız ve bu riskleri tanımlamak için çevremizdeki kişi ve kuruluşlar ile içinde bulunduğumuz sektörün risk algısını iyi analiz etmemiz gerekiyor.  

İnşaat ve gayrimenkul sektöründe risk yönetimi?
Benim iş yaşamımda içinde bulunduğum sektör, temelde inşaat sektörü ve bu sektörde belli başlı 3 oyuncu var:
1.       İşveren-Yatırımcı
2.       Müteahhit-Yapımcı
3.       Teknik Müşavir-Proje Yöneticisi

Bunlardan ilki İşveren: Başladığı bir işte neredeyse “sıfır risk” üstlenmeyi hedefliyor. Diğeri Müteahhit, kazancını üstleneceği yüksek risklerle maksimize etmeyi hedefliyor. Bir diğeri olan Proje Yöneticisi-Teknik Müşavir ise gerek adına görev yaptığı İşveren, gerek Proje ve gerekse kendi kurumu adına riskleri doğru yönetebilme amacıyla adil ve dengeli davranmaya çalışıyor. Ama bu şekilde “ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabiliyor”. İşveren, tüm risklerini tasarım dahil 2. Tarafa yani Müteahhide transfer ederken, 3. Tarafa (yani kendi adına görev yapan Proje Yöneticisi-Teknik Müşavire de) “tavşana kaç, tazıya tut” rolünü vererek olası proje risklerini sıfırladığının garantisini elde etmeye çalışıyor.

Gelişmiş ülkelerde durum nasıl?
Gelişmiş ülkelerin inşaat sektöründe FIDIC, EFCA vb. gibi meslek kuruluşlarının tanımladığı şekilde olgunlaşmış ve artık standartlaşmış bir iş ortamı ve anlayışı var ve İşveren-Yatırımcılar hem Proje risklerini ve hem de kurumsal risklerini tüm paydaşlar için adil ve dengeli olacak şekilde yönetmeyi tercih ediyorlar.



Ülkemizde durum ne? “Müştereken ve müteselsilen sorumluluk” yönetilebilir bir risk mi?
Ancak, maalesef ülkemizde ne kamu ve ne de özel sektörün sosyo-kültürel yapısı ve iş anlayışı, risklerin ilgili paydaşlar tarafından doğru ve adil bir şekilde paylaşımına izin vermiyor.
Müteahhitler, TMB (Türk Müteahhitler Birliği)’nin yayınladığı siyasa belgelerinde tanımladıkları şekilde, risk almayı bir tür iş yapma ve ticari başarı unsuru olarak görüyorlar.



Öte yandan, kamu İşverenlerini temsil eden KIK (Kamu İhale Kurumu), Kamu İhale Yasasında tanımladığı şekilde Proje Yöneticisi-Teknik Müşaviri, Müteahhitlerle “müştereken ve müteselsilen sorumlu” kılarak, imzaladıkları sözleşmelerin istedikleri sonuca ulaşması sürecinde ortaya çıkacak en küçük bir riskin dahi sorumluluğundan kaçarak kendisini “sıfır risk” üstlenen konumuna getirmeye çalışıyor. Tabii, bunu “kaş yaparken göz çıkardığının” farkına bile varmadan yapıyor.



Bu ne yaman bir çelişki:  Bir deli bir kuyuya bir taş atmış kırk akıllı çıkaramamış…
Kamu İhale Kurumu, kamunun risklerini sıfırlamak niyetiyle kuyuya bir taş atarak bu durumu yasalaştırmış ama kırk akıllı bu taşın sektörün başına ördüğü şu çoraplardan kurtaramıyor:
-          Müştereken ve müteselsilen sorumluluğun yasalarda da bir tür “iş ortaklığı” olarak kabul edilmesi nedeniyle, Teknik Müşavir-Proje Yöneticisi, İşveren adına yönetim ve denetim hizmetini üstlendiği Projede, Proje yararını gözeten bağımsız bir danışman sıfatıyla değil, İşveren’in karşısında ve sözleşme tarafı olan Müteahhitle iş ortağı gibi hareket etme çelişkisi içinde kalıyor.


-          Dürüst ve etik kurallara uysa dahi, yönetemeyeceği kadar yüksek risk alan Müşavir, Müteahhidin kontrol edemediği başka risklerinin sonucunda, iflasından dahi etkilenerek “müştereken ve müteselsilen sorumlu “bir tür iş ortağı” sıfatıyla, kendi üstlendiği iş hacminin neredeyse 100 katı büyüklüğündeki bir iş hacmi için haklı ve adil olmayan bir risk-sorumluluk üstlenmek zorunda kalıyor.

-          Bu madde nedeniyle başına iş gelen dürüst kurumsal danışmanlık firmaları, onlarca yıllık bilgi ve birikimleri, marka değerleri ve itibarlarıyla ülke ekonomisine yarar sağlamak yerine yurtiçi müşavirlik sektöründen çekilmeyi tercih ediyor.

-          Pazara yeni giren, bilgisiz, deneyimsiz ve maceraperest firmaların önü açılıyor, onlar da bu risklerini yasal olmayan şekillerde yönetiyor.

-          Sigorta kuruluşları, Teknik Müşavirlerin-Proje Yöneticilerinin mesleki sorumluluklarını, sözleşmelerindeki bu madde nedeniyle sigortalamıyor ya da mükerrer bir “All Risk Sigorta” primi kadar bir bedel talep ediyor. Bu durum haksız rekabet oluşturuyor.

-          Uluslararası standartlarda iş yapan yerli ve yabancı kuruluşlar kamunun açtığı ihalelere bu madde nedeniyle katılmıyor ve kalitede rekabet ortamı oluşmuyor.

-          Kamu İhale Kurumu ülkede bir tür referans kurum niteliği taşıdığı için, kamu kurumu niteliği taşıyan ya da taşımayan her kurum, özel sektör dahil bu maddeyi sözleşmelerinde kullanarak, sektörün neredeyse DNA’sını bozma noktasına getiriyor.

-          Vb.

Sözün bittiği yer..

Bu konu, geçtiğimiz yıl yürürlüğe giren 10. Kalkınma Planına (2014-2018) giriyor. Teknik Müşavirlerin meslek örgütü TürkMMMB, sadece bu maddeyi konu alan Kongreler düzenliyor. Türkiye’de sektörü yöneten Bakanlıklar, sivil toplum örgütleri bu maddenin Kamu İhale Yasasından çıkarılması gerektiğini söylüyor... Ancak, çıkarıldığı 2002 yılından bu yana 100’ün üzerinde değişiklik geçiren Kamu İhale Yasasında bu değişiklik TMMMB’nin başka işlerinden fırsat bulup gündemine alamaması nedeniyle yasalaşmıyor. Meclis bu yasama döneminin de sonuna geliyor… Vuslat, genel seçimlere ve yeni Meclis’e kalıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder