Risk ve başarı arasındaki ilişkiyi “Yaşamdaki en büyük risk,
hiç riske girmemektir” ya da “Kaplumbağaya dikkat et. Ancak kafasını çıkarıp
risk aldığında ilerleyebiliyor” diye ifade etmiş ABD’li ünlü felsefeciler, Leo
Buscaglia ve James Conant.
Yaşamda “sıfır risk” alarak ilerleme kaydedilemeyeceğine bir
itirazın olmadığına inanıyorum. Ancak, “sınırsız risk” alarak, Monte Carlo
yöntemiyle rastlantısal olarak büyük başarılar elde edenleri hariç tutarsak, her
zaman yüksek risk almayı tercih edenleri, “gözü kara, maceraperest” gibi
sıfatlarla tanımladığımızı da unutmayalım.
Demek ki, iki uç yaklaşım arasında bir yerlerde “yönetilebilir
risk” kavramını kendimiz, sosyal ve iş çevremiz, kuruluşumuz, sektörümüz ve
ülkemiz için planlamamız ve bu riskleri tanımlamak için çevremizdeki kişi ve
kuruluşlar ile içinde bulunduğumuz sektörün risk algısını iyi analiz etmemiz
gerekiyor.
İnşaat ve gayrimenkul
sektöründe risk yönetimi?
Benim iş yaşamımda içinde bulunduğum sektör, temelde inşaat
sektörü ve bu sektörde belli başlı 3 oyuncu var:
1.
İşveren-Yatırımcı
2.
Müteahhit-Yapımcı
3.
Teknik Müşavir-Proje Yöneticisi
Bunlardan ilki İşveren: Başladığı bir işte neredeyse “sıfır
risk” üstlenmeyi hedefliyor. Diğeri Müteahhit, kazancını üstleneceği yüksek risklerle
maksimize etmeyi hedefliyor. Bir diğeri olan Proje Yöneticisi-Teknik Müşavir
ise gerek adına görev yaptığı İşveren, gerek Proje ve gerekse kendi kurumu
adına riskleri doğru yönetebilme amacıyla adil ve dengeli davranmaya çalışıyor.
Ama bu şekilde “ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabiliyor”. İşveren, tüm risklerini
tasarım dahil 2. Tarafa yani Müteahhide transfer ederken, 3. Tarafa (yani kendi
adına görev yapan Proje Yöneticisi-Teknik Müşavire de) “tavşana kaç, tazıya tut”
rolünü vererek olası proje risklerini sıfırladığının garantisini elde etmeye çalışıyor.
Gelişmiş ülkelerde
durum nasıl?
Gelişmiş ülkelerin inşaat sektöründe FIDIC, EFCA vb. gibi meslek
kuruluşlarının tanımladığı şekilde olgunlaşmış ve artık standartlaşmış bir iş ortamı
ve anlayışı var ve İşveren-Yatırımcılar hem Proje risklerini ve hem de kurumsal
risklerini tüm paydaşlar için adil ve dengeli olacak şekilde yönetmeyi tercih
ediyorlar.
Ülkemizde durum ne? “Müştereken
ve müteselsilen sorumluluk” yönetilebilir bir risk mi?
Ancak, maalesef ülkemizde ne kamu ve ne de özel sektörün sosyo-kültürel
yapısı ve iş anlayışı, risklerin ilgili paydaşlar tarafından doğru ve adil bir
şekilde paylaşımına izin vermiyor.
Müteahhitler, TMB (Türk Müteahhitler Birliği)’nin
yayınladığı siyasa belgelerinde tanımladıkları şekilde, risk almayı bir tür iş
yapma ve ticari başarı unsuru olarak görüyorlar.
Öte yandan, kamu İşverenlerini
temsil eden KIK (Kamu İhale Kurumu), Kamu İhale Yasasında tanımladığı şekilde
Proje Yöneticisi-Teknik Müşaviri, Müteahhitlerle “müştereken ve müteselsilen
sorumlu” kılarak, imzaladıkları sözleşmelerin istedikleri sonuca ulaşması
sürecinde ortaya çıkacak en küçük bir riskin dahi sorumluluğundan kaçarak kendisini
“sıfır risk” üstlenen konumuna getirmeye çalışıyor. Tabii, bunu “kaş yaparken
göz çıkardığının” farkına bile varmadan yapıyor.
Bu ne yaman bir çelişki:
Bir deli bir kuyuya bir taş atmış kırk akıllı
çıkaramamış…
Kamu İhale Kurumu, kamunun risklerini sıfırlamak niyetiyle kuyuya
bir taş atarak bu durumu yasalaştırmış ama kırk akıllı bu taşın sektörün başına
ördüğü şu çoraplardan kurtaramıyor:
-
Müştereken ve müteselsilen sorumluluğun yasalarda
da bir tür “iş ortaklığı” olarak kabul edilmesi nedeniyle, Teknik Müşavir-Proje
Yöneticisi, İşveren adına yönetim ve denetim hizmetini üstlendiği Projede, Proje
yararını gözeten bağımsız bir danışman sıfatıyla değil, İşveren’in karşısında
ve sözleşme tarafı olan Müteahhitle iş ortağı gibi hareket etme çelişkisi içinde
kalıyor.
-
Dürüst ve etik kurallara uysa dahi, yönetemeyeceği
kadar yüksek risk alan Müşavir, Müteahhidin kontrol edemediği başka risklerinin
sonucunda, iflasından dahi etkilenerek “müştereken ve müteselsilen sorumlu “bir tür iş ortağı” sıfatıyla, kendi üstlendiği
iş hacminin neredeyse 100 katı büyüklüğündeki bir iş hacmi için haklı ve adil
olmayan bir risk-sorumluluk üstlenmek zorunda kalıyor.
-
Bu madde nedeniyle başına iş gelen dürüst kurumsal
danışmanlık firmaları, onlarca yıllık bilgi ve birikimleri, marka değerleri ve
itibarlarıyla ülke ekonomisine yarar sağlamak yerine yurtiçi müşavirlik sektöründen
çekilmeyi tercih ediyor.
-
Pazara yeni giren, bilgisiz, deneyimsiz ve
maceraperest firmaların önü açılıyor, onlar da bu risklerini yasal olmayan
şekillerde yönetiyor.
-
Sigorta kuruluşları, Teknik Müşavirlerin-Proje
Yöneticilerinin mesleki sorumluluklarını, sözleşmelerindeki bu madde nedeniyle
sigortalamıyor ya da mükerrer bir “All Risk Sigorta” primi kadar bir bedel
talep ediyor. Bu durum haksız rekabet oluşturuyor.
-
Uluslararası standartlarda iş yapan yerli ve
yabancı kuruluşlar kamunun açtığı ihalelere bu madde nedeniyle katılmıyor ve kalitede
rekabet ortamı oluşmuyor.
-
Kamu İhale Kurumu ülkede bir tür referans kurum
niteliği taşıdığı için, kamu kurumu niteliği taşıyan ya da taşımayan her kurum,
özel sektör dahil bu maddeyi sözleşmelerinde kullanarak, sektörün neredeyse DNA’sını
bozma noktasına getiriyor.
-
Vb.
Sözün bittiği yer..
Bu konu, geçtiğimiz yıl yürürlüğe giren 10. Kalkınma Planına
(2014-2018) giriyor. Teknik Müşavirlerin meslek örgütü TürkMMMB, sadece bu
maddeyi konu alan Kongreler düzenliyor. Türkiye’de sektörü yöneten Bakanlıklar,
sivil toplum örgütleri bu maddenin Kamu İhale Yasasından çıkarılması
gerektiğini söylüyor... Ancak, çıkarıldığı 2002 yılından bu yana 100’ün
üzerinde değişiklik geçiren Kamu İhale Yasasında bu değişiklik TMMMB’nin başka
işlerinden fırsat bulup gündemine alamaması nedeniyle yasalaşmıyor. Meclis bu
yasama döneminin de sonuna geliyor… Vuslat, genel seçimlere ve yeni Meclis’e
kalıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder