8 Mart 2015 Pazar

Bazı İnsanlar Neden Daha Başarılı Olur?

Başarılı olmak bize hep bireysel bir çabanın sonucu olarak öğretildi. Başarılı insanların hem çok zeki ve hem de çok hırslı oldukları söylendi. Biz de işimizde, sosyal yaşamımızda başarılı olamadığımızda kendimizi acımasızca eleştirdik.
  

Şimdilerde, Malcolm Gladwell’in ABD’de satış listelerinde aylarca 1 numarada kalan ve Türkiye’de MediaCat yayınlarından çıkan Outliers adlı kitabında başarının gerçek hikayesinin bundan çok farklı olduğunu ve bazı insanların neden daha başarılı olduğunu anlamak için, çevrelerine daha dikkatli bakmamız gerektiğini okuyoruz. Mesela ailelerine, doğum yerlerine ve hatta doğum tarihlerine.. Böylece başarının hikayesinin göründüğünden daha karmaşık ve ilgi çekici olduğunu anlıyor ve biraz da kendimizi affediyoruz.


Bu kitabı okuduktan sonra, ülkemizin en başarılı şirketlerinden Alarko’nun çok başarılı olmuş kurucularının başarı hikayelerini anlattıkları yaşam öykülerine bu gözle tekrar baktım ve Gladwell’in iddialarını destekleyen bir dizi olguyla karşılaştım. Bu arada “şanssız” (looser) olarak tanımladıkları kimseleri iş yaşamlarında yanlarına yaklaştırmadıklarını öğrendim.


 
Malcolm Gladwell’e göre başarı, kesinlikle bireysel değil, ancak doğru şartlar bir araya geldiğinde oluşabiliyor. Bu şartların pek çoğu ise kişinin elinde değil. Olsa olsa kişi, o başarıyı hazırlayan şartların içine doğuyor. Gladwell bu şartları temelde zaman, toplum ve bu çerçevede ele alınabilecek olan imkanlar ya da şanslar olarak tanımlıyor.

Gladwell, Outliers’ı, insanların başarıyı, başarılı insanların üstün zekalarına ve yeteneklerine atfetmelerini çürütmek amacıyla yazdığını ifade ediyor. İnsanlar genel olarak, başarıda zirveye çıkmanın ancak çok sıra dışı zeka ve yeteneğe sahip olmakla mümkün olduğunu düşünüyorlar. Fakat Gladwell, normal bir zekaya sahip olduktan sonra başarı için bir bireyin yapabileceği tek şeyin çok çalışmak olduğunu vurguluyor. Peki çok çalışanların hepsi çok başarılı olabiliyor mu? “Hayır, olamazlar” diyor Gladwell. Çünkü kişilerin doğduklarında kendilerini içinde buldukları, aile başta olmak üzere her türlü ortam ve zaman ile bunların sunduğu fırsatların, onların başarılarında zeka ve çalışmalarından çok daha etkili olduğunu iddia ediyor.

Kitabın ilk beş bölümü “Fırsatlar” başlığı altında, geri kalan dört bölümü ise “Mirasımız” başlığı altında toplanmış. Fırsatlar kısmındaki bölümlerde başarılı kişilerin, nasıl “fırsatlar” dünyasına doğdukları incelenmiş. “Mirasımız” başlığındaki bölümlerde ise atalarımız ve ailelerimizden gelen kültürel yapıların, başarıda oynadığı rol ele alınmış.

Kitabın birinci bölümü “Matta Etkisi” başlığını taşıyor ve sosyologların “kümülatif avantaj” dedikleri olguyu, Kanada hokey ligindeki oyuncuların doğum tarihleri üzerinden açıklıyor. Kanada hokey ligi oyuncuları, ilkokuldan başlayıp devam eden okul liglerinde başarı gösterip sivrilen, en yetenekli oyuncular arasından geliyorlar. Ve Kanada okullarında o yılki hokey takımına seçilmenin yaş bakımından şartı, 1 Ocak’tan sonra doğmuş olmak.  Dolayısıyla takımda olan 1 Ocak doğumlu bir çocuk, aynı takımdaki 30 Aralık doğumlu bir diğer çocuğa göre çok daha gelişmiş ve yapılı oluyor.  Bu durum, bireysel liyakat prensibi üzerine kurulu olan bu sporda, en başarılıların ezici  çoğunluğunun, yılın ilk aylarında doğmuş olanlardan çıkmasını sağlıyor. Ve Gladwell diyor ki, Kanada’da hokeyde ne kadar iyi olduğunuz ve ne kadar çok çalıştığınızdan daha önemli olan, yılın hangi ayında doğduğunuzdur.

Kitabın ikinci bölümünün adı “On Bin Saat Kuralı”. Bu bölümde Gladwell, doğru zamanda doğup, fırsatları değerlendirerek 10.000 saat çalışmış olma avantajını yakalayanların, şartlar elverdiğinde, bu bilgi ve tecrübe ile dallarında dünyanın en iyisi haline geldiklerini vurguluyor. Ve, Mozart’tan, Beatles’a, Bobby Fischer’den Bill Gates’e kadar tüm büyük ustaların dahi ancak 10.000 saat ya da kabaca 10 yıllık bir pratikle mükemmellik düzeyine ulaşıp başarılı olabildiklerini anlatıyor.


Kitabın üçüncü ve dördüncü bölümleri “Dehaların Sorunu, 1. Bölüm” ve “Dehaların Sorunu, 2. Bölüm” isimlerini taşıyor. Gladwell bu bölümlerde, zeka ile başarı arasında bir zorunluluk ilişkisi olmadığını, dehaların hayatları ve onlar üzerine yapılan araştırmalardan yola çıkarak savunuyor. Yani yeterli zekaya sahipseniz, çalışmanız ve elinizde olmayan diğer şartların elvermesiyle, sizden çok daha yüksek zekaya sahip birinden pekala daha başarılı olabiliyorsunuz.



Beşinci bölüm, “Joe Flom’dan Alınacak 3 Ders”  başlığını taşıyor ve Avrupa’dan göçen yahudilerin, New York’ta nasıl zor şartlarda kendilerine yer edindiklerini ve yeni nesillerin, ailelerinin bu zorlu tecrübelerinin üzerine, zamanla, şartların değişmesiyle, oluşan fırsatları değerlendirerek nasıl başarıyı inşa ettiklerini anlatıyor.

Altıncı bölüm “Kentacky, Harlan” başlığını taşıyor ve kültürel mirasın başarıdaki rolünü ele alıyor.

Yedinci bölüm “Uçak Kazalarına İlişkin Etnik Kuram” başlığını taşıyor ve pilotların içinde yetiştikleri kültürün, onlara empoze ettiği güç anlayışının, pilotların iletişim kurma biçimlerini nasıl belirlediğini ve bu durumun uçak kazalarının sebebi olarak nasıl ortaya çıktığını anlatıyor.

Sekizinci bölüm “Çeltik Tarlaları ve Matematik Testleri” başlığını taşıyor ve Uzakdoğu’da, yüzyıllar boyunca, çok dar alanlarda ve çok dikkatli ve zahmetli çalışmalarla pirinç yetiştiren insanların kültürü ile dillerinin, o topraklarda matematiksel zekanın gelişimini nasıl kolaylaştırdığı ele alınıyor.

Dokuzuncu bölüm “Marita’nın Pazarlığı” başlığını taşıyor ve ABD’de, sekizinci bölümde ele alınan kültürel yapıya benzer bir anlayışla kurulmuş özel yapıdaki bazı devlet okullarına kabul edilen ve bu fırsatın farkında olanların başarıya ulaşmalarını ele alıyor. Bu bölüm, başarının, ne sadece zeka ne de sadece çalışma ve yetenekle bina edildiğini, daha çok bir armağan olduğunu ve fırsatı değerlendirme güç ve soğukkanlılığını göstermeye bağlı olduğunu ifade ederek bitiyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder