18 Ağustos 2014 Pazartesi

Cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile döşenmiştir…

Meslektaşlarım bilir ama ben yine de açayım: “KIK”, Kamu İhale Kurumu’nun kısaltmasıdır. Yani KIK, kamunun mal ve hizmet alımı yaptığı süreçlerde kuralları koyan ve denetleyen bir kamu kurumudur. Koyduğu kurallar, sadece yasada belirlenen kamu kuruluşları tarafından değil, kendi tedarik sürecini geliştirmekte zorluk çeken özel, sivil ya da akademik kuruluşlar tarafından da zaman zaman “model” olarak alınır ve kullanılır.

KIK Yasası, son on yılda onlarca kez değiştirilmiş ve her değişimi türlü politik spekülasyonlara konu olmuştur. Ama giderek artan bürokratik yapısı ve kimsenin dokunmaya cesaret edemediği bazı kurallarıyla KIK bugün maalesef, uluslararası uygulamaların çok uzağında kalmıştır.

Bana göre, “Kral çıplak”tır.

Rekabeti ve ülke refahını artırma hedefiyle çıkılan yol, artık yolsuzluk, verimsizlik ve itibarsızlıkla birlikte anılır hale gelmiştir. Yola çıkılan hedefin iyi niyetli olduğunda kimsenin kuşkusu yoktur. “Ama ülke koşulları” diyerek, uluslararası örnek ve uygulamaları göz ardı ederek ve her yaşanan olumsuzlukta yeni bir kural getirerek sistem daha da işlemez hale gelmektedir. Herhalde, “Cehenneme giden yol, iyi niyet taşları ile döşenmiştir” deyişi boşuna söylenmemiş olmalıdır.  

Giderek daha çok sayıda saygın yerel ve uluslararası firmanın, KIK’in adının geçtiği her ihaleden uzak durmaya başladığını gözlüyoruz. Sanırım yakında, rekabeti ve ülke refahını artırma hedefiyle çıkılan bu yolda kazanan ya da kaybeden ülke olma tercihi ile karşı karşıya kalacağız.

Türkiye, yavaş yavaş, KIK uygulamaları nedeniyle sonuçlandırılamayan, sonuçlansa da sağlıklı bir şekilde tamamlanmayan, tamamlansa da büyük sorunlar yaşanan bir projeler mezarlığına dönüyor. Üstelik gözlerimizin önünde Avrupa Birliğinin, Uluslararası Kalkınma Bankalarının bilgiye, deneyime ve performansa dayalı sistemleri tıkır tıkır işleyip dururken..;

-            En iyi fiyat, en ucuz fiyattır, fikri sabitini kafalarımızdan çıkarıp atamadığımız,
-             Özellikle bilgi, deneyim ve yaratıcılık gerektiren hizmet sektörlerinde “en ucuz etin yahnisi”nin ülke ekonomisinde en yüksek paya sahip inşaat sektörünün tasarım, yapım ve işletme dönemlerinde nelere yol açabileceğini aklımıza getirmediğimiz,
-            En ucuz fiyatın dışında sorumluluk alarak akıllı karar verme cesaretini gösteremediğimiz ya da memur yaklaşımından kurtulamadığımız,
-            Kararı verenleri de yapım ve işletme dönemlerinde yaşananlardan sorumlu tutamadığımız,
-            Müşavirlik sisteminde “bağımsızlık” kavramını reddettiğimiz,
-            Mesleki sorumluluk sigortası yerine hala banka teminat mektubunun garantili tek seçenek olduğunu düşündüğümüz,
-            Hizmet sektörü ihalelerinde en basit bir “çift zarf” yöntemini dahi benimsemediğimiz,
-            Müşaviri yapımcı ile müteselsil sorumlu yaparak kafamızı kuma gömmeyi marifet sandığımız ve sorumluluktan kaçabileceğimize inandığımız için,

KIK uygulamaları sadece kamu sektörüne değil, sivil, akademik, özel sektör kuruluşlarına da kötü rol model olmaya devam edecek ve “sektörün havasını bu KIK uygulamaları kaçıracaktır”.

Bu görüşlerimi geçtiğimiz günlerde yaşanan bir olayla örneklemeye çalışacağım: Anlatacağım olay, doğrudan bir kamu ihalesinde değil, KIK’i rol model alan bir kurumda geçmiştir. Burada vurgulamak istediğim, kişileri ve kurumları eleştirmek değil, bu süreçte kullanılan KIK uygulamalarının sektöre nasıl kötü örnek olduğudur.

Burada ihalenin temel unsurları özetle şu şekildedir: Bir devlet üniversitemiz, bir kentimizin yerel yönetiminden, KIK kurallarına tabi olmadan bir danışmanlık projesi üstlenmiştir. Üniversite, beceri ve kapasitesinin dışında kalan bir alt hizmet paketini Döner Sermayesi eliyle bir özel sektör firmasından tedarik etmek istemektedir. Döner Sermaye Yönetimi, bu süreci KIK kural ve yöntemleri ile yönetmeye karar vermiştir. İhale komisyonu, deneyimli bir KIK uzmanının başkanlığında, projenin yürütücüsü 3 akademisyen ve 1 mali uzmandan oluşmaktadır. İhale dosyası eki teknik şartnameler yeterlidir. Teklif vermeye davet edilen 5 firma da ihale komisyonu tarafından ön seçim yapılarak davet edilmiş firmalardır. Yani, “karga kardeş, geçerken uğradım, bir teklif de ben vereyim” diyecek bir maceraperest ve kötü niyetli bir aday yoktur. Buraya kadar her şey mükemmel görünmektedir.

Ancak, ihale şartnamesinde “en düşük fiyat”ın tek seçim kriteri olduğu, ilk fiyatlar açılıp katılımcılara anons edildikten sonra sadece bir kez teklif revizyonu yapılabileceği belirtilmektedir. Sorunlar bundan sonra başlar. Fiyatlar açıklanır. Gelen 5 teklifin en düşüğü ile en yükseği arasında tam 3 katı (!) fark vardır. Bu denli kapsamlı bir şartnameye ve teklif veren firmalar bir ön elemeden geçmiş olmasına karşın bu farkı anlamak zordur. Diğer 3 firmanın fiyatları en düşük fiyata yakın ama en düşük fiyattan yaklaşık %20-%30 daha yüksektir.

Sıra, firmalardan ikinci ve nihai tekliflerini istemeye gelmiştir. En düşük fiyatın 3 katı fiyat öneren firma, bu aşamada en düşük fiyatı verenle anlamsız, bir o kadar etik dışı bir fiyat rekabetine girer. Bu durumu hesap, kitap, iş ahlakı vb. ile açıklamak zordur. Ama, bu karmaşada, en düşük teklifi veren firma, işi kaybetmemek için ilk verdiği tekliften çok daha düşük bir bedel önermek zorunda kalmıştır.

Sonuçta; görece gerçekçi sayılabilecek fiyatları veren (en düşük fiyatın %20-%30 üzerinde) 3 firma, kayda değer herhangi bir indirim yapmaz, yapamaz. En düşük teklifi veren firma, belki de işi hiç tamamlayamayacağı seviyede bir fiyat vererek işi üstlenmek zorunda kalır.

İhale oturumunun sonunda, KIK uzmanı komisyon başkanı en düşük fiyatla elde ettiği başarıdan gururlu, mutlu ve mesut gülümsemektedir. Komisyon üyesi ve proje yürütücüsü akademisyenlerin yüzünden düşen bin parçadır. “Biz bu işin altından nasıl kalkacağız?” endişesini gözlerinden okumak mümkündür.

Bu ihaleye konu olan projenin performansı belki en az 3 yıl sonra, o da kısmen, değerlendirilebilecek. Belki birileri bu süreci takip edecek ve işi alan firmanın işi istenen niteliklerde tamamlayıp tamamlayamadığını, finansal sorun yaşayıp yaşamadığını, işin gecikip yerel yönetimin başının ağrıyıp ağrımadığını, verilen hizmetin performansı nedeniyle hizmet sunucusunun işvereni konumundaki üniversitenin itibar kaybına uğrayıp uğramadığını analiz edecek mi, bilmiyorum. En azında sektöre örnek olması gereken bir akademik kurumun, hak ettiğini bildiğim saygınlığını korumak için kendi içinde bu sorgulamayı yapmasını ve elde ettiği verileri sektörle paylaşmasını dilerim.
Not: Bu yazıyla amacım; KIK yasa ve yönetmeliklerinin iyi niyetle başlasa da uygulamada geldiğimiz noktayı ve uygulamadaki zayıflıkların nelere yol açabileceğini görmek ve şayet yasa ve kurallarda bir iyileştirme istiyorsak, nereden başlamamız gerektiğine işaret etmek ve tarihe bir not düşmektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder